İstiyorum...


Merhaba. Yine geç uyudum dün gece, tabi ki geç kalktım. Uyumaya çalışırken hayal kurdum tabi. Hayal mi, plan mı istek mi bilmem ama istiyorum demek istedim bu yazının başlığına. Basit şeylerle mutlu olur derler ya bazı insanlar. Birisine verdiğiniz bir papatya onu çok mutlu eder. Daha önce bahsettim. Zeytin çekirdeğinden yaptığınız basit bir bileklik insanları mutlu eder. Beni istiyorum dedim şey ise o kadar basit değil sanırım, tabi subjektif bir kavram basitlik yada zorluk ama benim için sanırım çok basit değil. İstiyorum dedim ya. Bir arazi istiyorum. Çok büyük değil, çok küçük de değil. Birkaç dönüm yeter, içinde çam ağaçları olsun istiyorum. Devasa çam ağaçları, kozaklar sarksın aşağıya sanki toprakta yâri varmış gibi aşağıya doğru uzanmaya çalışsın, kışları kavuşsun yârine kozalak, yazları ise yaren olsun kendini yetiştiren ağaç dalına. Gölge versin toprağa binlerce iğne yaprak. Çok sık olmasın ağaçlar. Aralarında mesafe olsun, özlesinler birbirlerini bir nebze, eşini özlemenin verdiği hazzı tatsınlar koruyucu meleğim gibi. Sabredince özleme, bekleyince yeteri kadar sabırla, kavuşacak iğne yapraklı dallar birbirine, büyüdükçe. Tabi kesmez ise bir insan eli gelip o dalları. Kesilmemesi için istiyorum ya işte bir arazim olsun diye, içinde çam ağaçlarının olduğu, kovuştursun yar ile yareni birbirine, izin verilmesin kesilmesine. Sadece çam olmasın tabi, onlarca meyve ağacı da olsun arazide, seyrek olsunlar tabi, gezilebilsin aralarında toprakta güneşle buluşsun bazı bazı yaprakların arasından sızarak. İstiyorum “napim” rengarenk meyvelerin yetiştiğini görmek o ağaçlarda her sene. Elmaların yeşilden kırmızıya dönüşünü gözlemlemek, muzların sararmasını, eriklerin kızarmasını, istiyorum çimenlerin üzerine düşen dutları ellerimle toplamı. Tabi çimen olacak toprakta, çimeninde açık yeşilden koyuya doğru ahenkle yetişmesini görmekte istiyorum. Düşündüm dün gece, arazimin bir köşesine yapacağım taş evin temelini kazdığımı, çok derinde kazmamak lazım, toprağa yakın olmak istiyorum her daim, ayrılmayayım oradan, ordan geldik oraya gideceğiz ya, uzaklaşmayalım ondan. Bir demir kazık çakıyorum önce toprağa. Dört köşesine bir tane. Çok uzun değil kazılar bir metre referans olsun bana onlara bağlayacağım İstanbul hayatı kadar gergin ipler. Referans olsun ki istediğim gibi düz kazabileyim temeli, eğri büğrü olmasın, hayatın her anında her karşılaştığımız eğrilikler gibi. vurdukça kazmayı toprağa gergin iplerin gösterdiği referans ile hıncını çıkarırcasına hayatın insanları eğri büğrü hale getirmesinden. Toprak ki çok ketum, nice sırlar saklıyor içinde, kim bilir ne acılara şahit oldu dünyanın her noktasındaki topraklar, nice kanlar aktı üzerine, sebebi yine kendisi olarak, nice canlar aldır hiç almak istemeyerek ama yine de anlatmadı bildiklerini insanlara. Bildiğimden döküyorum bende her bir kazma vuruşuyla içimde her an hissettiğim hıncımı. Biliyorum ketum toprak anlatmayacak kızgınlığımı. Kazıyorum temeli taş evim için, belki de hıncımı gömmek içindir içine, yada ümitle bulabilmek için eğrilmemiş insan onurunu toprağın derinliklerinde.  İstiyorum ama temeli kazmak, zahir de taş ev için batında koruyucu meleğim… yoruluyorsun tabi, temel kazarken, hıncını anlatmakta yoruyor insanı, o kazmayı indirmekte toprağın kalbine. Bitiyor ama temel, bakınca heyecan duruyorsun hayat içinde hayal oluyor taş evini görüyorsun içinde. Sonra taş lazım, duvarları örmek için, duvarları yıkmak başka haz olsa da duvar örmekte heyecan veriyor insana. Şayet yıkamıyorsan duvarları, sağlam olmadığı halde duvarlar, tutuyorsa kendi kişisel menfaatleri için birileri o duvarları, kendi gibi düşünen için biçemiyorsa dört duvarı, kendi gibi düşünmeyen için müstahak görüyorsa, ihtiyaç duyuyorsa o duvarlara aklından, fikrinden, zekasından çok sadece kendilerine duvarı tutun diye ferman edileni dinliyorlarsa okyanus ötesinden gelen, yıkılmıyorsa duvar. Duvar örmek bir arazinin köşesine, koruyucu meleğinle var olmak orda heyecan yanında mutlulukta veriyor. Taş lazım taş ev için. Değil mi? Getiriyorlar birileri bir koca kamyon döküyorlar temelin yanına. Birkaç çuval çimento, onun yanında kum, biraz demir sağlam olsun taş duvar diye. Uzun yıllar dayansın, dünyanın hali uzun yıllar duvara ihtiyaç duyacağı için. Harç lazım duvar için. Önce kumu bir tepe haline getiriyorsun kürekle. Tepenin başına attığın her bir kürek kum yuvarlanarak aşağı düşüyor sonra onun üzerine bir tanesi geliyor, diğeri, diğeri, diğeri derken bir tepe oluşuyor milyonlarca kum tanesinden, tepenin en üstünde de bir kum tanesi var, tepenin en altında da, her bir kum tanesinin en tepeye ulaşmak için bir başka kum tanesinin üzerine çıkmak zorunda olduğu bir düzen kuruluyor bir harç yapabilmek için. Aşağıda ezilen kum taneleri olduğu gibi en üstte üstüne hiç yük binmeyen kum tanesi de var tepede. Ne olursa olsun hepsinin kaderi aynı harcın içine girmek, kurtulan hiç olmayacak, küreği tutan onların hepsine aynı kaderi biçti sonunda. Tepenin üzerinde diğerlerinin üstünde yükselen de, tepenin en altında ezilende harcın içine girecek küreği tutan elin kararıyla. Sonra küreği tutan el o tepeyi yıkı verir bir anda, henüz harç olmamıştır ama tepe de kalmamıştır ortada, çimento gelmesi için üstlerine hazırlanması lazım kumların. En üstteki düşer en alta, bir kuyu haline gelir kum taneleri. Çimento gelir üstlerine, bir kürek darbesiyle parçalanıverir çimentoyu tutan kağıt torba, buluşur çimento kum ile. Küreği tutan el hükmeder her daim. Nasıl tepeye çıkartmışsa bir kum tanesini küreği tutan el, şimdi hamallık yaptırıyor tepedeki kum tanesine… çimento ve kumun suyla harcına başka bir gün devam edelim. Küreği tutan el bu her daim harç yaptı bu dünyada, kum tanelerinin hepsi harç oldu, olacak bu dünyada, unutmayalım ki hepimiz aynı harcın içine gireceğiz bir gün, bazılarımız çok ezilecek bazılarımız tepeciğin en üstüne ama küreği tutan el karar verecek hangi harcın, hangi duvarın neresinde olacağına. Ümit edelim sabah güneşinin vurduğu duvara denk düşelim. Kalın sağlıcakla.

Yorumlar

Okumalısınız...

Bir Teşekkür...

Ten Years From Now

Mutluluğun Devamı...

Mutluluk...