Kibrit Kutusunda Aşk...
Merhaba.
Devam edelim mi köye. Köyün sıkıntılarını insanların yaşamlarının ne kadar zor
olduğundan onların kendilerini bilmeye başladığı andan itibaren hatta daha
henüz kendilerini bilmeden önce hayatın onlar için biçtiği rolü tıpkı bir
kolonide dünyaya gelmiş karınca gibi içgüdüsel görünmez yollardan durmaksızın durmaksızın
bir yerlere gittiği gibi oynamaya devam ediyorlar. Hangi köye gidersen etrafı
yeşildir köylerin. Köy için yeşil demek rızık demektir. İstanbullu için yeşil
doğallık anlamına gelirken bu insanlar için yemektir. Yeşil alanını
güzelleştirir ama amaç güzelleştirmek değildir. Amaçsız yeşil yoktur. Her bir
yeşil ton bir amaca hizmet eder burada. Her bir amacın sonu aynı kapıya çıkar,
hazırlıktır bilinmeyen geleceğe. Yeşil yerini beyaz örtüye bıraktığında karnını
doyuracak yazın bin bir emekle yeşile çevirdikleri mahsulü. Her bir tonunu
görürsünüz yeşilin, en açığından en koyusuna, öyle bir ahenge sahiptir yeşilin
tonları, her bir adımda tesadüfün değil, yaradanın varlığını haykırır, resmeder
bu dizayn ilahi gücün nasılda kusursuz olduğunu. İnsan oğlu oluşturabilmek için
herhangi bir yeşilin tonunu yüzlerce işlem yapar ama yine de yakalayamaz aynı
tonu bir sonraki seferde. Her yıl aynı tonlarda yeşille bezenir bu köy hiçbir
kimyasal işleme ihtiyaç duymaksızın. İhtiyaç duydukları ve sahip oldukları tek
şey topraktır bir de toprağı besleyecek su. Söylemiştim dün. Su sesi hiç
değişmemiştir hep var burada. Şekil değiştirdi bir nebze, eskiden toprak
kanallardan geçer beslerdi yeşili su, şimdi beton kanallardan besliyor aynı
yeşili. Sesi de değişti bir nebze ama güzelliğinden hiçbir şey kaybetmedi,
zarafeti hiç değişmedi. Aynı endam ile akıp gidiyor köyün bir ucundan diğer
ucuna. Dünyanın her bir noktasında olduğu gibi bu noktasında da hayatın devamı
sağlıyor. Olmazsa olmazdır köyde su. Toprağı beslediği gibi insanı da besler.
İnsanın bedenini besleği gibi ruhunu da besler. Her dönemde böyle olmuştur.
Kadınlar pınardan su taşırken çeşme başında, hayalleri olmuştur memur koca
bulup kahrolası diye tabir ettikleri köyden ve işten. Memur karısı olmayı
başaranlarda yazın gelişini dört gözle beklemiştir hakikati gördüklerinde, köy
gibi bir güzelliğin var olmadığını anladıklarında. Aşktan bahsetmiştik daha
önce başlayıp biten aşklardan. Kim bilir köy çeşmesinin önünde kaç aşk çiçek
açtı, beslendi o çeşmeden akan su ile. Ellerine alınca buradakilerin satır
dediği ağır mı ağır krom kovaları çeşmeden su taşımak için, yürekleri
gönüllerinin sevdiğini görme umuduyla toprak yoldan ilerlerken, bir gece
öncesinde okuma yazma bilenin gaz lambasının ışığında eğri büğrü yazdığı,
okuması olmayanın kendine yakın hissettiği arkadaşına yazdırıp özenle kibrit
kutusunun içine yerleştirdiği mektupta taşıdıkları sus kadar saf hayallerini
paylaşmak için gönlünün sevdiğiyle. Nedir ki o saf hayaller. Renkli
televizyonumuz da olacak mı evlenince. Babamdan çok dayak yedim. Sen beni
dövmeyeceksin değil mi. Aşkın hallerinden bahsettim ya, buda aşkın saf hali
olabilir mi, en safı hem de. Belki daha safı yok. Su gibi berrak aşk. Yanında
birliktelik dışında hiçbir şey yok. Renkli televizyon almayacağını biliyor
mektupta, yada evlendiğinde dayak yiyeceğini biliyor. Bilmediği, ne isteyeceği,
sınırlı hayaller. Ufuk bu köy, bide memur eşleri köye yaz tatilinde gelen.
Yeter onlara bir yün döşek. Kalır kayın babasının evinde, bakar onlara da. Yük
değil onlar, borçtur. Böyle görmüş, böyle gösterilmiş onlara. Belki zorsunur,
belki bir nebze kahır da eder kaynanasına ama, bakar onlara. Hayatın biçtiği
rol bu işte. Çeşme başına kızlar su getirmeye giderken, gençlerin sebebi de
hayvanları sulamaktır. Hep de kızlar görününce yolun başından hayvanlarında
sulanma zamanı bu vakit olur. Bekler çünkü genç, kibrit kutusunda bulaşacaktır
sevdiğiyle, sesini duymamıştır henüz sevdiğinin, sevdiğini hissettiğinden beri.
Aldığı zaman kibrit kutusunu pınarın başındaki kayanın dibinden, karnındaki
boşluk hissinin sebebini anlayamasa da, anlayamasa da kalbinin atışındaki şiddeti,
anlayamasa da neden bacakları kendini taşıyamayacak kadar güçsüzleştiğini,
heyecanını gizlemek zorundaydı, gören olurdu kayanın dibinde az önce falancanın
kızının attığı bir şeyi aldığını. Saf aşk dedik ya. Tam olarak böyle bir şey, o
kadar saf ki ne olduğu bilinemiyor. Her şeyin olduğu kadar, aşklarda saf oluyor
köylerde. Çıkarsız, beklentisiz. Ekmek yapılan tandırın yanından oynayan
kavgalı komşunun kızına bazlama verirken eller yada yoldaki taşı alıp bir
kenara atarken, komşunun avarlığına giren tavuğu kovalarken, kanalın başında
oynarken içine düşen çocuk için ayaklanırken köylü, düğüne de cenazeye de
tencerelerle yemek taşırken ne kadar çıkarsız ve beklentisizse köydeki her şey.
Aşklarda beklentisiz oluyor. Koruyucu meleğimin
karşılıksız hisleri gibi dünyaya karşı, köyde de karşılıksız oluyor bir çok,
karşılığı yaradan dan alıyor köylü her zaman aldı almaya da devam edecek,
köyler ayakta kaldığı sürece. Köye devam edelim. Köy güzel…
Yorumlar
Yorum Gönder