Aşk...


Sabiha Gökçendeyim, Adana gidiyorum bayrama. Çantamda bayramlığım tshirt. 1 saatim var. Biraz yazayım dedim. Hava limanındayım, eskiden çok severdim havalimanlarını çok heyecanlanırdım havalimanlarına giderken, kendimi özel hissediyordum havalimanında. Konumuz aşk ya, dünyadaki herhangi bir yerinin şahitliğini yaptığı gibi, havalimanları da aşka en çok şahitlik yapan yerlerdendir. Ne aşklar yaşanmıştır havalimanlarında ne aşklar tazelenmiş, kim bilir ne kadar çok aşkın son bulduğu yerdir hava limanları. Bir veda yeridir hava limanları yada bir kavuşma noktası, yeni bir aşkın doğduğu yer olabileceği gibi, mutlulukla başlayan bir aşkın son noktası belki de. Dünyanın bütün dillerinde çok özeldir bu kelime. Her dilde güzel gelir kulağa, her dilde okşar her türlü insanın yüreğini, kimisinde bir meltem esintisi kiminde bir kasırgadır aşk, bazen dingin bir göldür insanın kalbinde, kimisinde bendini aşan bir ırmak, bazen zeytin çekirdeğiyle yapılmış bir bileklik olur insan için, bazen de yer yüzünün en değerli taşlarıyla yapılmış bir sen-ben yüzüğü. Aşk bu ya, yaşıyor insan her şeyde onu her şeyiyle onu. Her yerde ve her zaman bu kelime okşuyor insanın ruhunu, belki de insanın ruhu aşktan yaratılmış. Kim bilir.  Koruyucu meleğiminki kesin aşktan yapılmış. Ne olursa olsun hissediyor aşkı insan ruhunda. Binlerce tanımı yapıldığı halde her dilde, dilinden düşürmediği halde insanlar bu kelimeyi, yüzbinlerce kitap yazılmış üzerine, belki de milyonlarca, şarkıların hepsinde ana konu bu, tiyatronun, sinemanın, resmin müziğin, sanat denilen insanın hayal gücünün sınırının olmadığını kanıtlayan her türlü akımın ana teması aşk. Hayatın ana teması aşk… binlerce tanımının yapılıp ama hala var olduğuna tam anlamıyla inanmadığımız, yada bir inanıp bir inanmadığımız kavramların en havalısı. Havalı tabi, insanlığın devamlılığının anahtarı. Olmazsa olmazı, mutluluk kaynağımız, olduğu sürece mutlu hissettiğimiz, olmadığında boşlukta olduğumuz. Kimisine göre bencilliğin daniskası, platonik çeşidi var, aşığım ben kendim için, o bana aşık olmasın ben aşığım ya yeter. Yeter mi, ne kadar güzel yetiyorsa. Kimisine göre ise platonikte neymiş, karşılık görmeden yaşanan aşk, aşk değildir. Sanki çok iyi tanıyoruz ya aşkı. Cidden ne kadar tanıyoruz aşk’ı acaba. Nasıl anlayacağız yakaladığımızı. Tanımı yapılmış ama ne olduğunu bilmiyoruz. Aşık doğmuyor ki insan. Belki de doğuyordur insan aşık. Dedim ya insan ruhu belki de aşktan yaratılmıştır diye. Hiç tanımadığımız hissediyoruz bir gün. Hem de nasıl bir his. Ruh bulduğu zaman ham maddesini, hissediyor onu. Ne kadar güzel bir dünya herkes başka şekilde hissediyor, zamana, mekana ve insana göre farklı. Göz yaşı oluyor bazen aşk, bazen inanılmaz bir çığlık ki aşıktan başkası işitemiyor, sessizlik oluyor bazen, sanki dünya donuyor, dünyanın dönmesi değil, en küçük bir molekül bile donuyor. Ne yaprağın dahi kımıldamaması ya, görünmez olan ışık dahi donuyor. Hareket etmiyor aşık için güneşin aydınlattı dünyadaki en küçük bir zerre dahi. Zaman duruyor. Aşk durduruyor zamanı. Dans oluyor bazen birinin bedenin de aşk, dans ediyor beden çılgınlar gibi aşktan. Daha önce varlığından dahi haberdar olmadığı kaslarını hissediyor, hareket ediyor kasları çalmayan müziğin ritmiyle sonsuza kadar durmak istemezcesine. Resim oluyor, müzik oluyor aşk, bazen küçük bir selam aşk oluyor dört duvar arasında insana. Mektup oluyor o dört duvar arasına gelen, gardiyanın demir parmaklıklı kapının arkasından mektup diye seslendiğinde, bir isim okuyor ki onun için sıradan bir mahkum ismi, sıradan bir mektubun sahibi mahkum. Boyut değiştiriyor o ses. Aşk oluyor havada kulaklara gelene kadar. Okunan sadece onun için bir isim, işiten içinse aşk oluyor ses. Aşk ki dört duvarı yok eden, gri renge boyanmış 11 adıma 8 adım genişliğinde, 12 metrelik duvarlarla çevrili avluyu cennetten bir köşe haline getiren aşk. O sesi işittiğinde oturduğu plastik sandalye, kuş tüyünden koltuk oluyor, ceylan derisiyle döşenmiş. Ona göre sıradan bir mahkum mektubunu, mahkuma göre ise aşkın ta kendisi olan beyaz zarfı vermek için sahibine açtığında demir kapıyı, çıkan ses dünyanın en işittiği en güzel melodi oluyor bir anda, o melodi ki, yazmamış daha önce kimse, yazamaz cennetten geliyor sanki, duyduğu zaman o sesi, duvarlar ağaç oluyor, sanki misk kokan ağaçlar, dallarında daha önce hiç görmediği renkte çiçekler, binlerce çeşit çiçek, altından ırmak akıyor o ağaçların, o duvarlar yıkılıyor o ses geldiği anda, sanki güneşi yanında hissediyor, vermiyor zarar güneşin ısısı, aşk ki yakıyor ama ne güzel bir yanma o, renkleniyor her yer. Işıldıyor hayat buluyor bir küçük zarfla, üzerinde mektup okuma komisyonun görülmüştür mührü olan zarfla. Zarf getirmiyor gardiyanlar. Aşk getiriyorlar her Çarşamba ve Cuma günü o dört duvar arasına… Binbir çeşit aşktan bir tanesi bir zarf oluyor… daha sonra aşkın ses halini anlatmaya çalışayım size… iyi bayramlar hepinize…  

Yorumlar

Okumalısınız...

Bir Teşekkür...

Ten Years From Now

Mutluluğun Devamı...

Mutluluk...