Köy...
Merhaba.
Memleketteyim. Kahramanmaraşın bir ilçesi var. Göksun. Onunda içinde minicik
bir köy var hacımirza derler. İşte benim memleket burası. Artık köy değil.
Mahalle oldu ama ismi mahalle. İnsanlar hala toz toprak içindeki tertemiz
kıyafetleriyle hayatın onlara biçtiği rolü oynamaya devam ediyorlar. Kimisi hayvanların
peşinde, kendi karnını doyurmak için kilometrelerce yolları arşınlıyorlar. Kimisi
akşam bulgur pilavının yanında yiyeceği salatanın içindeki domates için
kilometrelerce yoldan su getiriyor. Hepsinin farklı ruhu var ama bir benzerlik
var aralarında. Hayatın onlar için biçtiği rolün yüzlerine olan yansıması. Kararmış
yüzler, güneşin gözlerine yansımasını engellemek için sanki normal bir
davranışmış gibi her daim kıstıklarından artık her zaman çatık kaşlı olmuş
yüzler. Vazelin dışında krem görmemiş ellerin, toprakla uğraşmaktan sanki susuz
bir toprak gibi kırışıklığı. Hayatları boyunca evde yaptıkları yemek
yetmiyormuş gibi, tarlada hasat yapan erkeklere başlarının üzerinde azık
taşımaktan kısa boylu kadınların ellerine hep benziyor birbirlerine. O eller
ki, sadece yemek yapmakla kalsa. Bütün kış yiyecekleri ekmeği yapan o eller,
kışın soğuktan korumak için koruması gerekenleri, soba yakmakla meşguldür, kışın
iyi onlar için, tarla takım işi yok, kazmaya gitmek yok, pakla yolmak yok,
hasatın bereketiyle birlikte gelen tozun toprağın fare deliklerine kadar
dolduğu evi temizlemek yok. Şimdi şanslılar ama. İş değil bunlar. Eskiyi
anlatırdı annem, babaannem. Su yok evlerde, elektrik yok. Tüp gaz ! Yok !!! Pınardan
su getirmek var her gün, yemeği ateşte pişirmek var her gün, çamaşırı ellerinde
yıkamak var donluk dedikleri pınarın başındaki şimdilerde yerinde yeller esen
dört duvar bir yapı. İçinde yaktıkları ateşte ısıttıkları suyla yıkadıkları bir
haftalık kıyafet. En zoru da bebek bezleri, kaynaması lazım saatlerce, bembeyaz
olmalı o bezler kar beyaz, minik bedenlerin tekrar kahverengine döndürmeleri için.
Zormuş eskiden köyde yaşamak, yaşlılar için kraliçe şimdi gelinler kızlar. Bizim
zamanımızda diye başlayan hikayelerin sonu gelmiyor. Değişmeyenlerde var ama. Gıybet
hiç değişmiyor mesela. Dedikodu her daim yerleşmiş sanki yaradılıştan beri
buradaymış gibi, gitmiyor hiçbir yere. Yok yere kavgalar dövüşler hiç gitmiyor.
Yalın ayak çocuklar hiç bitmiyor. Bahçelerden meyve çalma, kömür suyu denilen
pis derede beyaz külotlarıyla çimen çocuklar hep var. Elhamdülillah kelimesi
hiç gitmiyor hep burada, nasılsın sorusunun cevabı hep Elhamdülillah olmuş. Hayvan
pisliğinin kokusu hep var. İçinden geçen toprak yolun tozu hep var. Bu topraklardan
kaçmayı çok isteyen ama bir türlü beceremeyen ergenlerin yüksek sesle
dinledikleri arabesk müzik hep var. Baktıkların kızın evinin önünden geçerken
nara atmalar hep var. Hep var o su sesi. Her bir yandan geliyor yüzlerce
yıldır. Yeşili hep var. Dut ağaçlarının gölgesi, altında kurulan hayaller hep
var. Tahta minareli cumhuriyetten daha eski caminin önceki musalla taşının
üstünde konuşulan siyaset hep var. Son dönemde evlat özlemi var, 6 ay sonrasına
atılan mahkemenin haberini alınca, çok atmış ya diyen eşin dostun akrabanın ne
hissedeceğini, nasıl hissetmesi gerektiğini bilmeyen kalpler son dönemde ortaya
çıkmış. Hayırlı olsun. Kader, her şey Allah’tan diye başlayan teselli sözleri
son zamanlarda gelmiş köye. Vatana bağlılığın Allah’a bağlılık olduğu
öğretilerek yetiştirilmiş yüreklerin alt üst olmuş yankısı gelmiş 2 yıldır
köyün üzerine. Sabırla bekliyorlar gitmesini, terk etmesini bir daha gelmemek
üzere. Sabır ki bu insanların en büyük erdemi. Sabretmişler yıllarca her şeye. İstisnasız
her şeye. Kafasında sarık var diye askerin dipçiğiyle hayvan pisliğinin içinde
bulduğundan da 80 darbesinde, yine sabrediyorlar evlatlarına kavuşmayı, umutla
Allah bilen bir adam geldi başımıza diye sarıldıkları adam tarafından hapse
atılmış evlatlarına kavuşacakları günü bekliyorlar sabırla. Sabırlar bekliyorlar,
bekliyorlar ki biliyorlar, asıl olanın kendileri olduğunu, ne fırtınalar
kasırgalar gördüklerini, yıkamadığını hiç kimsenin bu topraklarda yaşan hiçbir insanı.
Hep var olduğunu, hep var olacağını biliyorlar, hüzün rüzgarlarının gideceğini.
Bir sonraki hüzün geldiğinde de sapa sağlam karşılayacaklarını millet olarak,
devlet olarak hüznü, hoş bir seda ile. Devam ederiz köyü anlatmaya. Bitmez anlatarak
ya. Nasıl bitsin. İnsanlığın en eski var oluşudur köyler. Görüşmek üzere
tekrar.
Yorumlar
Yorum Gönder