Kayıtlar

Ten Years From Now

merhaba. uzun zamandır yazmıyorum. çok keyif aldığım bir iş yapıyorum bu çok keyif aldığım işi yaparken başka keyif aldığım şeylerden bir nebze uzaklaşmak zorunda kalıyorum. aslında başka bir blog konusu olur bu balance, time sharing. bir türlü başaramıyoruz. ne olursa olsun birşeylerden fedakarlık etmek zorunda kalıyoruz. hayatın genel düzeni bu sanırım. yaradılışla alakalı. belkide bir çok şeyden fedakarlık etmek zorunda kalarak dünyaya geliyoruz. kendi varlığımızın farkında olmadığımız bebeklik çacukluk zamanlarından sonra, tıpkı kendi varlığımızın farkında olmadığımız zamanlarda olduğu gibi birşeylerden fedakarşık ediyoruz. çok sevdiğim atari solanlarından fedakarlık etmek zorunda kalmıştım, okula gidip ders çalışmak için, bütün eğitim hayatımız boyunca böylesine devam etti fedakarlıklar. hep bir yanımız eksik kaldı. büyüdük geliştik arzular istekler değişti, gösterdiğimiz fedakarlıklarında boyutu değişti... neyse konumuz bu değildi. orange is the new black diye bir dizi izliyorum,

Bir Teşekkür...

Bir Teşekkür Uzun zamandır yoktum, insan sevdiği işi yapmalı demiştim ya, işte o sevdiğim işi yapmaya başladım ve inanılmaz keyif alıyorum… yalnız bugün bundan bahsetmeyelim, bu gün size insan farkında olmadan nelere vesile oluyor ondan bahsedelim, varlığından dahi haberimin olmadığı bir insanın Osmaniye 2 nolu t tipi cezaevindeki birçok insanın yüreklerine doldurduğu umuttan. Bir gün koğuşa nezarethaneden tanıdığım bir mahkum geldi, Bülent ismi. Suçsuz olduğunu her fırsatta “tahliye” naralarıyla dile getiren eski bir polis, aslında eski değil, teşekkür sahibi sayesinde tekrar üniformasına kavuşmuş bir polis. Hiç tanımadığım, var olduğunu bile bilmediğim bir insanın ismini ilk kez duydum ondan, Tuncay Beşikçi, adli bilişimci, çözecek bu işi çözecek, tahliye döneceğiz mesleğe Vedat diyerek umut aşılıyordu bana. Tuncan sıradan bir isim, cezaevinde umut diye söylenen belkide binlerce isimden bir tanesi, çıkıyormuş, listeler hazırlanmış, hatalar ayıklanmış, çıkacağız, Yargıtay başkası

Sevdiği İşi Yapmalı....

Merhaba. Saat bayağı geç oldu, the big bang theory izliyordum, sonra geçenlerde duyduğum bir haber geldi aklıma. Çağımızın en büyük hastalığı işkoliklikmiş. Sadece ülkemizde değil (ülkemizde yazarken birkaç saniye duraksadım ya bu başlı başına bir kitap olacak) tüm dünyada büyük sıkıntı haline gelmiş. İnsanlar yaptıkları işten dolayı hayatın diğer zevklerini ihmal eder hatta reddeder görmezden gelir hale gelmişler. Bir çok etken saydılar mantıklı gelebilir. Başarı hırsı para, kapitalist düzenin getirdiği baskılar vs. Kiminle konuşsam işiyle alakalı şikayet içerisinde. Hiçkimse yaptığı işten memnun değil. Hayatın bizleri beklenmedik zamanda bir tarafa yönlendirmesiyle sürüklendiğimiz o taraf belki de bizim yada benim şikayetlerimi ortadan kaldırmama bir fırsat sunduğu söylenebilir. Zorunluluklardan dolayı dünyanın şu anki yaşadığımız bir hale geldiğini düşünürsek insanın hayatı hali hazırda zorunluluklarla yönetiliyor. İnsanlar zorunlu olduğu için yerleşik hayata geçip şehirler kurdul

Kendini Yenilemek...

Merhaba. Yorucu birkaç günden sonra yeni bir evin bir odasında eski eşyalarla daha sessiz bir köşeden merhaba demek kısmet oldu bu gün. Yeni dedim ya. Güzel bir şey mi acaba yeniye sahip olmak. Yıllar önce Polonya da polis müzesine giderken bindiğim otobüste inmek istediğim durağı sorduğum birisiyle yaptığımız muhabbet te, bindiğimiz otobüsün yeni olmasından dolayı, yeni olan her şeyin insana mutluluk verdiği, insanları pozitif etkilediğini söylemişti. Belediyenin yenilediği otobüsten dolayı kendisini mutlu hisseden Polonyalıya göre yeni güzel bir şey. Yeni umutlar diye başlıyoruz her yine yeni olan güne. Eşyalarımızı yeniliyoruz, kıyafetlerimizi yeniliyoruz, evimizi, arabamızı, nesnel sahip olduğumuz her şeyi yeniliyoruz ve bunlar gerçekten bize mutluluk verebiliyor. Yeni bir kitaba başladığımız da içimizde oluşan merak nasılda lezzetli geliyor bize. Daha önce hiç gitmediğimiz bir yeri gördüğümüzde yine kendimizi iyi hissediyoruz. Sokaklarını keşfederken yeni yerin. En küçük ayrıntı

Başkalarının Hayatını Yaşamak...

Merhaba , yine bir gece geldi ve benim aklımdan yine birşeyler geçti. Aslında yazımızı tamamlamamız lazım istediğim evin içini dekore etmem lazım ama şimdi bugün başka bir ruh halindeyim. Bugün birisinin evine gittim. İki çocuğa annelik yapan genç bir bayanın evine. İnsanlık rafı artık o kadının evini süsleyecek. Duvarın bir köşesinde, evin sahibi olan o kadınımı yoksa başka birilerini mi mutlu edecek bilmiyorum. Rafı almak istedi benden bende götürdüm taktım evine. Komşusunu çağırdı tabi ki göstermek için güzel oldu mu buraya diye. Kendi hayatını mı yoksa başkalarının hayatını mı yaşıyor o kadın diye geçti aklımdan. Aslına bakarsanız herkesin kendine sorması gereken bir soru bu, kendi hayatımızı yoksa başkalarının hayatını mı yaşıyoruz. Benim eskiden yaptığım iş aklıma geldi. Birilerini koruyordum eskiden, birilerinin hayatını onlarla birlikte yaşıyordum. O zamanlarda da çokça soruyordum kendime acaba ben kendi hayatımı mı yaşıyorum diye. Öyle bir iştir ki koruma olmak, hayatınız kor

Hem Ahşap Hem Taş Olsun İstiyorum...

Resim
Merhaba , yoğun bir hafta geçirdim, artık boş geçirdiğim günlerdeki rutin dışı küçük olaylar yoğunluk gibi hissediliyor bedende de ruhta da. Neyse en son harcı hazırlamıştık sanırım. Duvarım güneşin doğuşuna şahit olan tarafında yer almamızı ümit ederek. İstiyorum diyordum ya, hazırlandığım harcın temele dökümüne kadar ben yapmak istiyorum. Hayatın bir ağaç gibi yeşereceği evimi yapmayı kendi ellerimle yapmak istiyorum. Kendi ellerimle yapmak istiyorum onu ki hataları bir güzellik olarak hatırlansın her daim tıpkı bir ağaç gibi hayatı barındırırken içinde. Temele dökeceğim harcın arasına demirleri bir klasik bir şekilde bağlayarak değil, sanki bir kalbi andırır şekilde bağlayıp yerleştirmek istiyorum içine. Küçücük demirden minik kalpler güçlendirsin temeli, bioenerji ne kadar doğrudur bilmem ama bir hayatın temeline koyulmuş demirden kalpler olursa belki de insanların çakraları her daim açık olur. Vücutta negatif enerji falan birikmez, bizler de hep pozitif enerjinin tadını çıkartır

İstiyorum...

Resim
Merhaba. Yine geç uyudum dün gece, tabi ki geç kalktım. Uyumaya çalışırken hayal kurdum tabi. Hayal mi, plan mı istek mi bilmem ama istiyorum demek istedim bu yazının başlığına. Basit şeylerle mutlu olur derler ya bazı insanlar. Birisine verdiğiniz bir papatya onu çok mutlu eder. Daha önce bahsettim. Zeytin çekirdeğinden yaptığınız basit bir bileklik insanları mutlu eder. Beni istiyorum dedim şey ise o kadar basit değil sanırım, tabi subjektif bir kavram basitlik yada zorluk ama benim için sanırım çok basit değil. İstiyorum dedim ya. Bir arazi istiyorum. Çok büyük değil, çok küçük de değil. Birkaç dönüm yeter, içinde çam ağaçları olsun istiyorum. Devasa çam ağaçları, kozaklar sarksın aşağıya sanki toprakta yâri varmış gibi aşağıya doğru uzanmaya çalışsın, kışları kavuşsun yârine kozalak, yazları ise yaren olsun kendini yetiştiren ağaç dalına. Gölge versin toprağa binlerce iğne yaprak. Çok sık olmasın ağaçlar. Aralarında mesafe olsun, özlesinler birbirlerini bir nebze, eşini özlemenin

Memnuniyetle...

Resim
Merhaba . Acayip bir ruh halindeyim bugün, son zamanlardan beri hissettiğim, no-man-land yaşam tarzı hakkındaki görüşümün doğruluğunu dolaylı olarak ta olsa test etme fırsatı buldum. No-man-land yaşam tarzı demişken koruyucu meleğim ve kendimin herkesten uzak bir köşede yaşama isteği. Sebepleri derin ve çok ama özellikle bugün çok önemsemediğim bir sebebin bu yaşam tarzını arzu etmemdeki temel gayelerden bir tanesi olduğunu anladım. Çünkü insan içinde yaşamak demek, siz ne kadar aksini savursanız savunun birilerini memnun etmeye dayanıyor. Akrabaların, arkadaşların, sosyal çevren, belediye otobüsünde yada metroda, vapurda her neyse her hangi bir yerdeki aynı havayı teneffüs ettiğin birilerini memnun etmek ihtiyacının hatta zorunluluğunun var olması. Belki güzel bir şey gibi algılanıyor insanları memnun etme, hatta bunu bir hayat tarzı olarak benimseyip, onları memnun etmeye çalışmadan da memnun edebilecek bir tarzda yaşamak buda mümkün olabilir, güzelde olur. Ama her zaman karşımızda

İnsanlığın Rafı...

Resim
Merhaba. Havalardan insanın deprasyona giresi geliyor. Sevmiyorum nedense yaz ayları dışındaki hiçbir mevsimi. Sevmiyorum demeyeyim hadi ama yaz aylarını ve sıcak havayı tercih ediyorum diyeyim. İstanbula geldim birkaç gün önce, havalardanmıdır (bence havalardandır) nedir, hiç yazmak yada başka bir şey yapmak gelmedi içimden. Neyse artık. Biraz twitter a takılayım diye bi hesap açtım. Hani belki bloğun da reklamını yaparım diye. Nasıl bir birşeydir bir türlü çözemedim. Galatasaraylı bir futbolcunun gördüğü sarı kartı eleştiren bir topic altında Adnan Oktar’ın bir şeyleri yazıyor. yada ne bileyim doların artışıyla alakalı yorum yapan birisini başka birisi ülkeden kovuyor. Sonra korktum acaba bende aşk yazsam birileride benim için uzaydan ülkenin en etkin bireylerinin yapmış olduğu araştırmaları çalmaya gelmiş birisi olarak mı yazacak diye. Sonra yazmadım sadece izliyorum. Gülüyorum bide deli gibi. İnanılmaz yaratıcı beyinler kol geziyor oralarda. Çok ince espriler. İnanılmaz keyifli a

Kibrit Kutusunda Aşk...

Resim
Merhaba . Devam edelim mi köye. Köyün sıkıntılarını insanların yaşamlarının ne kadar zor olduğundan onların kendilerini bilmeye başladığı andan itibaren hatta daha henüz kendilerini bilmeden önce hayatın onlar için biçtiği rolü tıpkı bir kolonide dünyaya gelmiş karınca gibi içgüdüsel görünmez yollardan durmaksızın durmaksızın bir yerlere gittiği gibi oynamaya devam ediyorlar. Hangi köye gidersen etrafı yeşildir köylerin. Köy için yeşil demek rızık demektir. İstanbullu için yeşil doğallık anlamına gelirken bu insanlar için yemektir. Yeşil alanını güzelleştirir ama amaç güzelleştirmek değildir. Amaçsız yeşil yoktur. Her bir yeşil ton bir amaca hizmet eder burada. Her bir amacın sonu aynı kapıya çıkar, hazırlıktır bilinmeyen geleceğe. Yeşil yerini beyaz örtüye bıraktığında karnını doyuracak yazın bin bir emekle yeşile çevirdikleri mahsulü. Her bir tonunu görürsünüz yeşilin, en açığından en koyusuna, öyle bir ahenge sahiptir yeşilin tonları, her bir adımda tesadüfün değil, yaradanın varl

Köy...

Resim
Merhaba . Memleketteyim. Kahramanmaraşın bir ilçesi var. Göksun. Onunda içinde minicik bir köy var hacımirza derler. İşte benim memleket burası. Artık köy değil. Mahalle oldu ama ismi mahalle. İnsanlar hala toz toprak içindeki tertemiz kıyafetleriyle hayatın onlara biçtiği rolü oynamaya devam ediyorlar. Kimisi hayvanların peşinde, kendi karnını doyurmak için kilometrelerce yolları arşınlıyorlar. Kimisi akşam bulgur pilavının yanında yiyeceği salatanın içindeki domates için kilometrelerce yoldan su getiriyor. Hepsinin farklı ruhu var ama bir benzerlik var aralarında. Hayatın onlar için biçtiği rolün yüzlerine olan yansıması. Kararmış yüzler, güneşin gözlerine yansımasını engellemek için sanki normal bir davranışmış gibi her daim kıstıklarından artık her zaman çatık kaşlı olmuş yüzler. Vazelin dışında krem görmemiş ellerin, toprakla uğraşmaktan sanki susuz bir toprak gibi kırışıklığı. Hayatları boyunca evde yaptıkları yemek yetmiyormuş gibi, tarlada hasat yapan erkeklere başlarının üze

Aşk'ın Ses Hali...

Resim
İyi geceler, bayramlar yorucu oluyor bazısı için, hele kurban bayramı, tonla iş, hele kadınlar için, her kesimden kadın için bir zorluk ama çok güzel. Benim içinde güzeldi. Aylardır görmediğim insanları görmenin mutluluğu. Sesler vardı, bir birinden güzel. Minicik yüreklerin öpeyim amca, bayramın mübarek olsun dayı, ayrı geçirilen iki bayramdan sonraki birlikte geçirilen ilk kurban bayramı. Durmadan çalan kapının zili. Aşkın ses hali dedik ya. Kapıdan gelen zil sesi bunlardan bir tanesi olabilir mi. Olabilir belki de çalanın kim olduğuna bağlı, bayramlarda çaldığında bu kapı, hep aşk ile çalınıyor bence. Gelen Sıla-i Rahim için gelmiştir. Aşkın daha güzeli var mı acaba, vardır belki de dedik ya, değişir her insanın yüreğinde aşk. Zilin çalmasından sonra gelen çocuk sesleri aşktır birçok insan için. Nasıl özel bir aşktır hem de. Dayı…. diyerek kucağına atlayan yumurcakların heyecanı, amca hoş geldin diyerek bacaklarına sarılan prenseslerin nefesindeki ezgilerin en güzeli. Çevresinden

Aşk...

Resim
Sabiha Gökçendeyim, Adana gidiyorum bayrama. Çantamda bayramlığım tshirt. 1 saatim var. Biraz yazayım dedim. Hava limanındayım, eskiden çok severdim havalimanlarını çok heyecanlanırdım havalimanlarına giderken, kendimi özel hissediyordum havalimanında. Konumuz aşk ya, dünyadaki herhangi bir yerinin şahitliğini yaptığı gibi, havalimanları da aşka en çok şahitlik yapan yerlerdendir. Ne aşklar yaşanmıştır havalimanlarında ne aşklar tazelenmiş, kim bilir ne kadar çok aşkın son bulduğu yerdir hava limanları. Bir veda yeridir hava limanları yada bir kavuşma noktası, yeni bir aşkın doğduğu yer olabileceği gibi, mutlulukla başlayan bir aşkın son noktası belki de. Dünyanın bütün dillerinde çok özeldir bu kelime. Her dilde güzel gelir kulağa, her dilde okşar her türlü insanın yüreğini, kimisinde bir meltem esintisi kiminde bir kasırgadır aşk, bazen dingin bir göldür insanın kalbinde, kimisinde bendini aşan bir ırmak, bazen zeytin çekirdeğiyle yapılmış bir bileklik olur insan için, bazen de yer

Mutluluğu Yolda Yaşayalım...

Resim
Merhaba. Bayram geliyor, yarın Adana ya gidiyorum bayrama. Güzel bir şey bayrama gitmek. Herkes özlüyordur eski bayramları. Sanırım son nesil biziz eski bayramları tadan. Herkesin toplandığı, yüreklerde heyecan olduğu, akrabaların hepsinin bir araya geldiği bayramları. Amcaların ellerinin öpüldüğü, yeni kıyafetlerin heyecanı, daha doğrusu mutluluğu. Bayramda yeni kıyafet alınırdı eskiden bayramlık kıyafetler. Kapatıyorum şimdi gözlerimi de aklıma geliyor. Ne kadar mutlu olurdum bayramlar yaklaşırken. Hep yeni kıyafetler alınırdı, sağ olsun babam hiçbir bayram eksikliğini hissettirmedi. Anneme kalsa geçen bayram aldıklarımız hala yeni. Onları giysek te olurdu. Olmazdı babama göre, yaşıyordu babam bizim mutluluğumuzu yeni kıyafetlerimizle. Yani onunkisi yolda yaşamaktı mutluluğu, çocuklarının bilmem kaçıncı kurban bayramında giyecekleri kıyafet dolayı yaşadığı mutluluğu yaşıyordu. Annem iste yolun sonundaki sahip olacağını düşündüğü mutluluk için yaşardı. Yada yaşamazdı. Neyse… bayrama

Mutluluğun Devamı...

Resim
Uyku tutmadı, şeker portakalını okuyordum, sonra geldim yine buraya. Mutluluktan bahsediyorduk. Tanımlayamadığımız mutluluktan, algılayamadığımız, ulaşmak için çaba sarf ettiğimiz, bütün bu çabayı sarf ettiğimiz süre içerinde odaklandığımız mutluluk anına ulaşırken ki geçirdiğimiz zamanı hiç düşünmüyoruz. Mutluluk ulaşılması gereken bir noktamı yoksa sahip olduğumuz zaman mı. Hani dünyada kaybettiğimizde tekrar sahip olamayacağımız bir başka değerli kavram. Ev almak ister insanlar. Dünyanın bütün insanları aslına bakarsanız dünyanın bütün canlıları. Barınma ihtiyacı dünyanın bütün canlıları için vaz geçilmez bir gereklilik. Biz bütün hayatımız boyunca hayalini kurarız ev almanın. Aslında bu başlı başına bir konudur. Ev sahibi olmak. Niye ev sahibi olmayı ister insan diye. Neyse onu da konuşuruz. İnsanlar ev sahibi olmak ister dedik. Mutlu hisseder evinde. Çaba sarf eder kendisine ait bir evi olsun diye. Hayaller kurar.   Ben çok kuruyorum açıkçası, en ince ayrıntısına kadar düşünüyor

Mutluluk...

Resim
ilk blogumu yazayım dedim. Benim koruyucu meleğimin teşvikleriyle tabiki. Mutluluk dedim aradığımız, bulsak bile fark edemediğimiz, adam akıllı tanımı da yapılamamış, değerlimi değerli bir kavram. insanların yaşayış amacı aslına bakarsanız değilmi. kişi sadece bunun için yaşıyor temelde. herkes başka bir şeyde arıyor, mutluluk dediğimiz kavramı. kimisi secde de buluyor mutluluğu, el açıyor, el açınca mutlu oluyor, güveniyor yaradana, ona güveniyor sadece, konuşuyor onunla, anlatıyor derdini, mutsuzluğunu anlatıyor, yardım istiyor yaradandan, hem bu günü için hem yarını, hem ölüm denen gerçeklik için, sadece secde de değil, kimisi şarap denilen üzüm suyuna batırılmış bir parça ekmeği yiyerek mutlu oluyor, kimisi çıplak dans ederek, kimisi kocaman pirinçten bir heykelin ayağının dibine diz çöküyor, kimisi zincirlerle dövüyor kendisini paralıyor bıçaklarla bütün vücudunu, yüzlercesi var mutluluğu yaradan da arayan. yüzlerce çeşidi. tıpkı mutluluk gibi. yada birisi bir rakı masasında arıyo